plasticwings.org

değişik konularda yazan birkaç kişinin web günlüğü.



30 Kasım, 2002

big dumb face

sağlık kaygıları güdüyorum son bir haftadır. çevremdeki insanların sürekli hastalıkların içinde olması, o doktor senin bu doktor benim dolaşmaları, zaten hastane ve doktorlardan hazzetmeyen birisi olarak beni oldukça rahatsız ediyorken, "sana da aldık randevu, cuma günü gidiyoruz." cümlesiyle tüylerim diken diken oluyor.

basit bir göz kontrolü olacağını düşünerek gittiğim muayenehane, ameliyatlısından görme kaybına uğramış kişilerle dolup taşan, insanların sızlandığı, hemşirelerin ellerinde göz damlası hstaların arasında gezdiği bir yer çıkıyor. infaza giden suçlular gibi teker teker odalara alınışımız, doktorun sorguya çekmesi, abuk subuk aletleri gözüme dayaması ve nasihatlarıyla son buluyor. retina kontrolü için gözüme sıkılan bir damla sonucu wes borland'ın türkiye şubesi kıvamında bir insan olup çıkıyorum. gözlerine bakarak konuştuğum insanlar uzun bir süre için kitleniyor, tepki vermeksizin bakıyorlar ceviz boyutlarındaki gözbebeklerime. ben korkunç olduğunu düşünürken, manga karakterlerine benzediğimi söyleyen birisi sayesinde daha olumlu bakıyorum duruma ve hatta mutlu bile hissediyorum kendimi.

bugün sürekli beklemelerde geçmiş olsa da, bu beklentilerin sonunda elde edilenler mutluluk verici, yüzde gülümseme bırakıcı ve sevilen şeyler olduğu için dert etmiyorum fazla. günün şarkısı olaraksa bir haftadır dilime dolanmış olan eels - mental 'ı seçiyorum solistin sesinin güzelliği hatrına.

29 Kasım, 2002

bal kaymak

bireysel olmaya alıştırıyorum çevremdeki bazı insanları. onlar da 'biz' yerine 'ben' kullanmaya başlıyorlar yavaş yavaş. ama bir konu var ki, onda ben bile 'biz' demeyi, iki kişilik düşünmeyi, ortak hareket etmeyi seviyorum. sevgi partikülü olan insanlardan hoşlanmasam da, söylemekte zorlandığım kelimeler, kurmakta çaba sarfettiğim cümleler dilimin ucuna kadar gelip, tekrar geldikleri derinliklere döndükleri için rahatsız hissediyorum kendimi.

"başlamak bir işi bitirmenin yarısıdır." sözünden de nefret etmekteyim şu sıralar. belki de bitmek fiilinden, bitişlerden, sonlardan hoşlanmıyorum sadece. daha yeni yeni alışmaya başlamışken 'yeni başlayan' olaylara, bittikten sonra ne yapacağımı düşünmek mide ağrıları veriyor ve akabinde heyecan yerine sıkıntıdan talcid arayışlarına sokuyor beni.

fikirleri beğenilen bir kişi tarafından edilen "fanatiklik iyi birşeydir, hayatı sevme derecesinin yüksekliğini gösterir." lafı tarafımca çok başarılı bulunuyor ve küfürbaz holiganlara olan sevgim bir kat daha artıyor. her güne bir şarkı tayin etme hakkımı bir kez daha kullanıyorum ve her ne kadar sözleri alakasız olsa da sırf adı için seçiyorum smashing pumpkins - the end is the beginning is the end'i.

three3some

30'
Daniel Gabriel Pancu
Daniel Gabriel Pancu
Daniel Gabriel Pancu

71'
Ronaldo Guiaro
Ronaldo Guiaro
Ronaldo Guiaro

82'
Pascal Nouma
Pascal Nouma
Pascal Nouma

26 Kasım, 2002

scarfs & socks

ikizler burcu havanın, bünyede yarattığı miskinlik şöyle dursun okul denilen nanenin ağızda kötü bir tat bıraktığı gerçekmiş. son bir kaç gündür banyodan sonra dişini fırçalamış çocuklar gibi şen gezmelerdeyim. sabahları savoy pastanesi, öğlenleri tophane (nargile içmesekte), akşamları chill-out şahane oluyormuş.

jukebox'ta çalan şarkıların çoğunu lyric bazında bildiğimi farkedip, zamanında yaptığım 'buda bar' kültürüne lanet okurken; elimde bir kalem ile çoğu zaman bir şeyler karalarken buluyorum kendimi. insanların beni hatırlamalarını sağlayacak bir şeyler bırakmak mı, yoksa o kağıdın bütün güzelliğini bozmak istemem mi bilmiyorum, küçük notlar ile doldu her tarafım.

7 sayısı ve içinde 7 sayısı geçen her şeye duyulan ilgi, toplum önünde duyulan utancın kaynaklarını araştırırken kazı kazanda para çıkaramayan müşterinin satıcıya sitemleri aklıma geliyor; "eh içine mi girdim ki çıkarayım".

bu kadar kısa cümlenin bu kadar boşluklu olduğuna şaşırdığım, dün icq'da "seni çok özledim lütfen yarın görüşelim" dediğim insanların taksim'de çıkkmasına anlam vermediğim an, 'pedro the lion - almost there' bana eşlik ediyor.

"i'm almost there
it's on the tip of my tongue
and it never goes away
it never comes to stay"

this is hardcore

ayardan ayara koştuğum şu günlerde sessiz sakin, başkasının çaldığı müzikleri dinlemek zorunda olmadan, alkolsüz, aile salonunun üst katlarda bulunduğu yerlerde denize nazır oturup çay içmek, deftere birşeyler karalamak istiyorum. ama çevredeki milli piyango satıcısından tut çaycısına kadar herkes bir laf sokma çabası içinde. ben de bu sinirle önüme geleni yeniyorum tavlada iki mars bir düz. bir yandan da çayın tazeliğine, kokusuna ve cam bardakta içildiğinde verdiği hazza ulaşıyorum.

bere almak için sokağa çıkıp, imagebanklerle evinin yolunu tutan insanlara şaşırıyor, insanların içindeki alışveriş canavarını durduramadığını görüp bir kez daha korkuyorum çok katlı alışveriş merkezlerinden. yine de star wars'la ilgili ne görsem toplamak istiyor, hatta insanlardan medet umuyorum bu çabamda. yokuşlardan çıkarken önümde yürüyen liselilere mecburen on üzerinden not vermek durumunda kalıyor, gelen geçen ablalara bakıyorum beğeniyle.

herşeye rağmen yolda aceleyle yürürken birden bire karşıma çıkan noel baba havalarındaki bir insanı görünce seviniyor, basçılara olan sevgim farklı anlamlara bürünürken, davulculara duyulan ilgi özellikle rahatsız ediyor beni. günün şarkısıysa büyük şehirlerde yaşamın zorluğu ve ilişkilerin karmaşıklığını hâlâ anlayamamış olan eskinin metalcisi, şimdinin efendisi olan bir arkadaşa geliyor, kendisi her ne kadar kendisinden daha eski olanlarla anlaşamasa da; guns 'n' roses - welcome to the jungle

25 Kasım, 2002

wild beast or god?

evim her zaman için en mutlu olduğum, en çok konuştuğum, en çok içinde bulunmak istediğim mekan olmuştur benim için. okuldan koşa koşa döndüğüm, soğuk günlerde içinden çıkmak istemediğim, akşam gezmeleri yerine pijamalarımı giyip televizyon karşısında oturup sakin sakin çayımı içtiğim yegane mekan. bu mekanın güzelleşmesini sağlayan, içindeki huzuru koruyan bir anne.

ev hayatım böyle huzurlu giderken (ve ben evde milyonlarca saat harcarken) huzur koruyucu olarak görülen kişinin hareketlerindeki değişmeler evde oturma isteklerimi azalttı. tam da kendimi soyutlamış, 'sade yaşam' formatına dönmeye çalışırken evde istenmeyen kişi pozisyonuna düştüm. şimdi dışarıda ve dışarıdakilerle olmak daha cazip gelmeye başladı. bu gezentilikler hiç bir zaman benim için izin kapsamında olmamış, her zaman için sadece kapıdan çıkarken 'gidiyorum' cümlesiyle yetinilmişti. -yine- son zamanlarda baş gösteren bir 'savcı' özentilikleri bu çıkışları da zorlamakta. 'nereye?', 'ne zaman?', 'napıcaksın?', 'nasıl?', 'kimlerle?' sorularıyla 5n1k programına katılmış konuklar gibi terliyorum, bunalıyorum, programı terk etmek istiyorum.

istiyorum ki, evde kendi kendime olduğum saatler artsın, üstümde baskı yaratmaya çalışanlar azalsın -mümkünse yok olsun-, beni bana bıraksınlar birazcık. bu bağlamda black sabbath - solitude günün şarkısı olmayı hakediyor.

↑ Yukarý Çýk

Arþiv

Liverpool