plasticwings.org

değişik konularda yazan birkaç kişinin web günlüğü.



28 Mart, 2003

a day in life

çarşamba günü ne zamandır yapılmayan bir aktivite olan alt kemancı gezisi gerçekleştirmiş ve hücumkedi izlemiş birisi olarak müzikal açıdan yeterince doluyum. gece boyunca doygunluğa ulaştığım bir başka mevzuysa 'poser sınıfı' oldu. kısacık kesimli kızıl saçlı zıpzıp ablalar ve pantolonlarından donları gözüken renkli kemerli abilere teşekkürü borç bilirim. onlara ithafen n.e.r.d. - rock star'ı günün şarkısı seçmek yerinde bir tercih olacak.

ayrıca farkettim ki bir kısım insan için icq'da n/a olmakla online olmak arasında hiç bir fark yok. savaş ay olsa "yeni nesil nelerle uğraşıyor, hepsi boş canım." derdi.

24 Mart, 2003

l.a. correspondent : attack of mannequins

sabahın körüne kadar oturup canlı ve de kanlı bir şekilde akademi ödülleri'ni izlememe değdi mi acaba düşüncelerdeyim. pek saygıdeğer (!) eleştirmenimiz atilla dorsay'ın tahminlerinin büyük bir kısmının tutmuş olduğunu görmek de sinirlerimi bozmuyor değil. yine de aslan kaplan michael moore'un hakettiği ödülünü almış olması sevinçten yatakta zıplattı beni. gerçi kendileri neredeyse aday oldukları tüm ödülleri silip süpürerek ne kadar başarılı olduklarını gösterdiler daha önce ama yine de (her ne kadar eski güvenirliği kalmasa da) oskarların yeri ayrı.

gecenin sevinçli anları sadece michael moore'la sınırlı kalmadı çok şükür. pedro almodovar, roman polanski, chris cooper ve adrien brody de yeterince mutluluk verici seçimlerdi. martin scorsese'nin 10'da 0 çekmesine de üzülmedim değil. yapılmayan, yapılan, yarıda kesilen konuşmalarıyla pek gergin, her an tetikte bekleten bir gece oldu sonuçta, buna da şükür diyorum. kazananların tam listesi meraklısı için şurda.

akşam saatlerinde başlayan star tv video müzik ödülleri'ne de değinmeden geçemeyeceğim. kendilerini türkiye'nin müzik oskarları olarak takdim ediyorlar ne de olsa. sanırım uzan da ekonomik krizden etkilendi, sunucularına kıyafet, ödül verenlerine yol gösterici insan, kendisine de akıl alamamış. darısı seneye.

22 Mart, 2003

today's picks!

son zamanlarda fazla müzik dinlemediğimi farkettim divx teknolojisi sağolsun. eski bir arkadaşın tavsiyeleriyle gecemize neşe katıldı, kayda değer şarkılar bulundu her ne kadar eski de olsalar. romeo + juliet filminin soundtrackinde yer alan butthole surfers - whatever ve radiohead - talk show host gecenin favorisi oldular.

şarkı türkü demişken bir de film tavsiyesinde bulunayım. juan carlos fresnadillo'nun ilk uzun metrajlı film denemesi olan intacto tarafımca büyük bir ilgiyle izlenmiş, başlarda karmaşık ve anlaşılmaz gelse de (bir ispanyolca bir ingilizce konuşmalarının da etkisi olsa gerek) yaptığı değişik atraksiyonlarla aklımı başımdan almıştır. kendi halinde kumarhanelerde geçen bir aksiyon filmi beklerken bir anda bol gerilim soslu ilginç bir hikayenin içinde buldum kendimi. yönetmen beyler bu filmiyle ispanya'da oldukça ses getirmiş, en iyi yeni yönetmen dalında goya ödülü kazanmış.

ispanyol demişken, geçenlerda laf olsun diye mtv izlerken karşıma çıkmış olan mtv latin amerika müzik ödülleri'nde kinky adında bir grup farkettim, mas isimli bir de şarkıları var elektronik mi olsun rock mı olsun karar verememiş, gayet leziz. denemekten zarar gelmez.

21 Mart, 2003

the green light war

mart da bitiyor, aman da aman ilkbahar, yaşasın güneş derken anneannemi anmamı sağlayacak şekilde bozdu hava. yine de kar sevgisi maksimum düzeylerde gezen birisi olduğum için mutsuz etmedi beni değişim. gerçi vücudum uyum sağlayamayıp az buçuk yamuldu ama olsun.

hem ırak'ta, hem de televizyon kanalları arasındaki savaş süredursun, oscar'larda yapılacak olan tek değişikliğin meşhur kırmızı halının serilmeyeceği de açıklandı. adayların arasında gezinirken pek saygıdeğer michael moore'un sitesine gitmek aklıma geldi. sayesinde binlerce dünya durumları haberleri barındıran cursor.org'la tanıştım. ordan oraya gezinirken de yine haber içerikli olsa da eğlenceli bir blog sitesi daha çıktı karşıma, ki kendileri çok başarılı.

savaş ay bile köşesindeki resmini savaşa uygun bir pozisyona sokmuşken biz hala beyazlar içinde, sağında solunda sloganı olmayan, kendi halinde bir yer olarak kalıyoruz. şovenistliğe lüzum yok.

20 Mart, 2003

anneee, bitti!!!

48 saatlik sürenin dolmasını yeni bir milenyuma girecekmişçesine sağ üst köşesinde geri sayımla bekleyen mehmet ali birand ve cnn türk çalışanları çetesi yeterince sinir bozucuyken, bağdat'ın gece görünümünü de hakim bir açıdan izlediklerini görmek iyice midemi kaldırıyor. daha geçen günlere kadar önümüzden geçen askeri malzeme dolu trenlere bile üzülerek bakarken, bu kadar abartmaya ne diyeceğimi şaşırıyorum.

belki de popkornumu hazırlayıp, battaniyemin altına girip, televizyonun sesini açmak yeterli olur. ne demişler, be first to know.

16 Mart, 2003

screw you guys, i'm going home

geçen gün bir arkadaşla maç izlerken (geçen gün dediğim de bir ay olmuştur) öndeki hatun kitlesi yüzünden rahatça küfür edemeyeceğimizi düşünmüştük ki o sırada ofsayt oldu ve hakem bayrağını kaldırdı. öndeki hatun kitlesinden bir ses
"evde kaldıramıyorsun burada kaldırıyorsun değil mi?"

15 Mart, 2003

from the moody depths of hubzales

sabah dünyanın en mutlu insanlarından biri olarak uyanıp, daha 24 saati bile tamamlayamadan mutsuzluğun dibine batmak da "dünya hali"nden olsa gerek. sorulan sorulara bile cevap alınamazken, "hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaşır." sözünü söyleyen atalarımızın ne kadar yanıldığını ve demode olduğunu da anlamak zor olmuyor.

konuşmak demişken, bugün bir dolmuş efsanesi yaşamış olduğum için sevinsem mi üzülsem mi ikilemde kaldım. dolmuşta çalınan müziği beğenmeyen zat-ı muhterem ön koltuk yolcusu, oturduğu yerin itibarına bakmazsının "kardeşim herkes bu müziği dinlemek zorunda mı? daha düzgün birşeyler çalsana!" diyerek gece gece dolmuşçunun sinirini zıplattı. bir on dakika kadar "benim dolmuşum, zorla bindirmedik, istemiyorsan in" ve "diğer insanlara saygı göster, çalma müzik" diyen iki insanın tartışmasını dinledikten sonra, dolmuş şöförü bey amcanın sinirli sollamalarına ve gereksiz hız girişimlerine maruz kaldık. formula 1'i türkiye'ye getirmeye çalışan bütün yetkililere sesleniyorum, arada bir bakırköy-taksim dolmuşlarına bir uğrayın. ne schumacherler barichellolar coulthardlar harcanmakta sokak köşelerinde.

pazar günkü radical noise muhteşemliğine de ne kadar az kaldığını görüp, bir nebze de olsun mutlu yatıyorum yatağıma. müzik de olmasa...

13 Mart, 2003

deja-vu

futbol maçlarının başında çıkan akbank'ın "farklı renklerin dostça mücadelesi" sloganını her duyduğumda "altay - beşiktaş maçında işi yaramıyor ki" demekten kendimi alamıyorum.

kendimi tekrar ediyorum sanırım.

11 Mart, 2003

sürmenaj miydi aranan kelime?

oha delirdim. oha cidden kafayı sıyırıcam birazdan. sen o kadar yaz, sonra enkod menkod meselesine bas bi tuşa, uçsun hepsi.

aaaaaa! neyse bakın, üşenmeden tekrar yazıyorum. zaten başka işim de yok, beyinsizlik son raddede. (radde de neyse artık)

az evvel, başlığın nasıl yazıldığını unutup, daha önce yazmış olduğum bir blogu editleyip nasıl yapıldığına baktim. çok mu zekice, iç güveysinden gerizekalıca mı bilinmez. onu bırak; ondan önce, monitorün önünde duran şurup şişesi yüzünden quick launch'daki explorer ikonunu göremeyip "nerde lan bu?!" demişliğim de var. hem zaten bunun gibi mükemmel denebilecek eylemlerde de bulundum, artık rahat rahat uyuyabilirim. oh.

zira, hala yeterince yaramazlık yapmamış olduğumu düşünüyorum. naapalım, kısmet.

ben de mi?

senin de saçların sarı,
senin de gözlerin mavi,
sen de selanik göçmenisin,
yoksa sen de mi?

08 Mart, 2003

it's ok to eat fish

yıllarca otobüslerde muhabbet etmekten ve dışarıyı izlemekten uyumaya vakit bulamayan birisi olarak son bir yıldır gelişmekte olan 'nerde olsa uyurum' konseptine tamamen alışmış olmam garip geliyor. ayrıca farkettim ki taksim'den eve (ataköy) gelirken unkapanı köprüsü'nde kafayı koyup, ömür olmadı incirli'de uyanıyorum saat kurmuşçasına. dün bahçeşehir'de oturan bir arkadaşın evine giderken de yine her zamanki yerde, bu sefer son durakta ineceğim için de kasmadan yatarım diye düşünürken uyuklamaya başladım. uyandığımda şaşırtıcı bir şekilde ömür'de olduğumuzu görüp vücudumun biyolojik saatine hayran oldum. daha sonra hiç uyuyamadım, o ayrı.

derbiyi beklerken turkcell'in muhteşem(!) hizmeti golcell sayesinde tansiyonum bir kaç kat daha artıyor. ucuz kelime oyunları, "bizim taraftarımız sizinkini döver" şeklindeki ilkokul düzeyi yaklaşımlar ve abuk subuk benzetmelerle uğraşan insanlara hafif bir gülümsemeyle de bakmıyor değilim. gülümserken de pek sevgili duztman'ın şahane ultraslan polarının iki kolundaki kabartmalar geliyor aklıma (bilen bilir), daha da bir keyifleniyorum.

mtv'nin yayınlayacak birşey bulamadığında her zaman prim yapacağını bildikleri için nirvana'nın unplugged in new york'unu yayınlamalarını da protesto ediyorum. kendimle çelişkiye düşercesine de nirvana - on a plain'i günün şarkısı ilan ediyorum (bu arada en sevdiğim lirik sitesinin yeniden açıldığını farkettim), ve hatta ne kadar uzun zamandır günün şarkısını seçmediğimi farkedip şaşırıyorum. *hah*

06 Mart, 2003

*

* = This symbol symbolizes the emptiness of human life.

Well, not really.

03 Mart, 2003

time of my life

"ne zaman gelecek o büyük gece" tezahuratları eşliğinde beklediğim gün sonunda geldi çattı. numerolojiyle ne zamandır bu kadar ilgileniyorum, sayılara ne zamandır bu kadar takıntım var anımsamıyorum ama cidden kutsal bir gündeymiş gibi hissedip seviniyorum telefon ekranında tarihi her görüşümde. 1 martla gelen değişim hareketlerine de katılmış bir insan olarak bu ayın oldukça bereketli geçeceğinden eminim.

bereket demişken birbiri ardına vizyona giren ve filmen filme koşturma serüvenini açan sinema aktivitesinden başlayalım öncelikle. herkesin dilinde olan, bir kısım delikanlıya "hahah abi ben hiç korkmadım ki" şeklinde beyanatlar verdiren the ring'den başlayalım önce. sonu hakkaten olmamış filmin ve bütün olayı açıklayıcı bir trailerin tv ekranlarında dönüyor olması filmin etkisini azaltmış. ayrıca çok bilmiş çocuk rolünde oynayan veledin hakkını da vermek lazım zira cidden uyuz oldum kendisine film boyunca. eve döner dönmez ringu'nun 1-2-0 versiyonları aranmaya başlandı, birincisini bitirdik, darısı diğerlerine.

diğer bir güzellik de mtv çocuğu spike jonze ve senaryo dahisi charlie kaufman'ın elinden çıkmış olan adaptation.nicholas cage efendi hayatında hiç bu kadar çirkin ve hayattan bezmiş olmamıştır heralde. ayrıca yaratma süreci boyunca yaşadıkları hakkaten onun boyutuna girip onun kadar sıkılmamızı sağladı sahneler boyunca. filmi uyuşturucu piyasasına verdiği katkılardan dolayı da tebrik etmeden geçemeyeceğim, ve hatta 'fuck fish'.

heyecanla beklediğim tape ise daha önceden izlemiş ve pek de hoşlanmamış olduğum bir film çıkmasına rağmen sinemanın havasından mıdır, yoksa değişimlerden midir bir güzel geldi ki sormayın. gerçi film boyunca konuşan çapraz köşe çiftini çıkışta pataklamak istedim. romantik bir gün geçirmek isteyen çiftlerin asla seçmemesi gereken filmlerden birine sinemanın s'sinden anlamayan bir adamla gelmek de nasıl bir mentalitedir, adamı eğlendirmek için film boyu konuşmak nasıl bir sevgidir başka bir gün incelerim. kıssadan hisse ethan hawke her türlü güzel.

aslında bir de anlatmak istediğim confessions of a dangerous mind ve two weeks notice var ama yazının uzunluğundan gözüm korktu ve şu saniyede vazgeçtim. gerçi izlenecekler listesi izlenenlerden daha da kabarık, o yüzden bunu tamamen es geçiyorum. kişisel hatırlatma olarak da 7 mart the climb odtü, 13 mart yerden yüksek+springroll, 16 mart radical noise konserlerini yazmayı uygun gördüm.

insan canı sıkılınca neler yapıyormuş, kendini eğlendirmek için ne çeşit taklalar atıyormuş bunun en güzel örneklerini sunmaya ilerleyen günlerde de devam edeceğim, so stay tuned.

razziye

şimdi biraz anadol tadında olacak bu yazı ama yazacağım diye (maalesef) söz verdim. anadolu universitesi reklamcılık ve halka ilişkiler birinci sınıftan nihan, konuşmaya başlayınca hiç çekilmiyormuş. son bir kaç gündür sandwichin sonunu parmağımla ağzıma tıktığıma şahit olacak kadar yanımda olduğundan durumun içler acısı olan hali benim için katlanılmaz bir boyut daha aldı. hatta gelirken düşündüm de (ki yolda düşünme hikayesini bir başka sitede uzun uzun anlatmışlığım da vardır. bkz'da bkz) bir diğer kızıl saçlı "bıy bıy" kraliçesi bunun yanında (adeta) melek gibi kalıyor. bir süre dinledikten sonra unutmayayım diye küçük post-itlere kaydettim dediklerini ama bomantinin (teşekkürler ismail abi) enfes piliç sotesinden sonra ne onları tekrar okuyasım, ne de yazıyı daha fazla uzatasım var.

çakallar için not; bahsettiğim hatun sinefil ekibi tarafından göz altında. yamuk olmasın.
kişisel not; hatun ikinci ingiliz kısa filmleri şenliğinde görevli. bedava bilet ayarlayabilirmiş unutma!

01 Mart, 2003

ah bu hayat cekilmez, sen olmasan canim, ah bu cile cekilmez

şimdi efendim, nerden başlasam derken, başlamış olduğumu fark ederek, şöyle devam etmek isterim.
savaş ay'ın programını izliyor annem atv'de, ben görmedim ne olduğunu, kulaklık var falan, ara sıra şarkı bitince duyuyorum tvyi.
çok komik şarkılar çalıyordu
"oynaaya oynayaa gelin çocuklaar el ele el ele geliin çocuklaaar" diye
ben de anneme döndüm " ay ne biçim şarkılar bunlar ya of be " dedim.
annem "savaş şarkıları bunlar be, konuşma" dedi
of ya çok güldüm. "pardon anne" dedim. haha.
sonra çocuğun teki programa telefon açıp "annemin savaş'a selamı var" dedi.
terörize oldum. muziğin sesini daha çok, daha da çok açtim.
hayır, ilgisiz falan değilim.

↑ Yukarý Çýk

Arþiv

Liverpool